Ben neredeyim, bilinmezde miyim?
Açmazlarda mıyım?
Hayal mi rüyamı bu gördüklerim
Hülyalı gözlerim neden bunca mahmur
Bu eller benim mi Allah’ım
Ya bu kalp oysa ne çok severdi yaratılanı yaratandan ötürü
Hangi dehlizlerdeyim, hangi mevsimin hangi günündeyim
Kimim ben, sen kimsin, o kim, biz kimiz?
Kimiz biz, nerelere gidiyoruz? Hangi araçla hangi yollardayız?
Ben miyim bu gülen, usul usul fısıldayan, bu esen rüzgâr bu uçan kuşlar
Nereden geliyor içli melodi… Ben kimdim kime dönüştüm?
Neler söylüyorsunuz yıllar, yorgunum kırgınım, durun biraz soluklanayım…
İçsel yolculuğa çıkacağım birazdan, bana eşlik mi edeceksiniz turnalar, allı turnalar…
Siz var olun bari dostlar, dost bildiklerim, canlar can bildiklerim…
Dünyanın zirvelinde gezerdim varlığınız onuruna….
Siz hep var olun…
Ne denli zor bir konu; kırık dökük cümleler, elim dilim varmıyor söylemeye; anlı şanlı önden giden bize yol gösteren erkenden hayatımızdan çıkan zarif naif insanlar; nerelerdesiniz? Dilinden elinden belinden zarar gelmeyen, hoşgörü sahibi, ışıl ışıl bakan, komşunun külüne muhtaç olan, komşusu açken tok yatmayan, ben siftah ettim komşuma git diyen, kapısını çalan çocuğa acıkmıştır diye ekmek arası Allah ne verdiyse hazırlayan, gözü gönlü tok, sofrası evi garibana, yolcuya, hastaya açık olan insanlardık. Ne ara bu kadar değiştik, bizi biz yapan değerlerden uzaklaştık…Bölüşürdük bir lokmayı bir hırkayı, oğlum sokakta yeme, arkadaşlarının canı ister diyen, bu sene komşumun durumu iyi değil kızım yemek kokusunu almıştır bir tabak götürüver diyen annelerin çocukları değil miydik? Ne çok asaletliydi, ne çok zarifti, ne çok naifti sıcak sıcacıktı o günler, o yıllar…Sevgi, saygı, hoşgörü, nezaket, asalet, zarafet, kalbimiz büyülenirdi aile içinde ve dostlar arasında, yardımlaşma, komşuluk, aile akraba ilişkileri ahde vefa gibi duyguları korumaya ve sahip çıkmaya çalışıyoruz, başarabiliyor muyuz? Heyhat! Nafile! Desem içim kan ağlayarak…
Bu liste uzar gider erdemlilik, nezaket, dinlemek anlamak, empati, fedakarlık, merhamet, onur ve şeref sahibi olmak, azim, tevazu, sebatkarlık, kardeşlik, sağduyu, cömertlik, bilgelik, iyi niyet, çalışkanlık, tutumluluk, özveri, özgüven (aşırıya kaçmadan), sözünde durma özü sözü bir olma, tutumlu olma saymakla bitiremeyiz her birisinden birkaç kitap yazılabilir, araştırmalara tezlere konu olabilir bunlar toplum bilimcilerin, akademisyenlerin konuları demek kolaya kaçmak olur; sorumluluk almamak olur. Hepimiz suçluyuz aslında önce kendimizden başlamalıyız, çocuklarımıza bu değerleri hatırlatmalı bu erdeme sahip olarak yetiştirmeli ve nesilden nesile bu değerleri aktarmalıyız.Bizler ne yapıyoruz; yediğimiz içtiğimiz, giydiğimiz, gidip geldiğimiz yerler, düğünlerimiz özel günlerimiz hep göz önünde sergiliyoruz. Bir gösteriş bir gösteriş, bir nümayiş, özenti bir giydiğimizi bir daha giymiyoruz. “Ay o geçen senenin modasıydı “ ne olacak peki dolaplar dolusu kıyafetler, ayakkabılar, baksan giyecek hiçbir şeyimiz yok, o renkten bıktık, eşyalar bu yıl değişmeli, nereye kadar bu gidiş… Bu savurganlık…Tutumlu ve kanaatkâr insanlar değimiydik bizler… Ne oldu ne değişti maddiyat çoğaldıkça iç huzurumuz azaldı. Tüketim çılgınlığı aldı başını gidiyor… Bunların hesap günü olduğu ve hesabının verileceği bilinci duruyor aklımızın bir köşesinde, vicdan fısıldıyor ara sıra kulağımıza dur nereye kadar. Düşün sen ne yapıyorsun diyor usul usul…Bencillik, köşe dönmece aldı başını dörtnala gidiyor durdur durdurabilirsen… Sen ben o biz hepimiz…Hepimiz suçluyuz aslında, hiçbirimiz masum değiliz. Bölüşmeliyiz bir lokmayı, kanaatkar, tevazu sahibi, vicdan sahibi, emanete hıyanet etmeyen, dostuna dost düşmanını bile affedebilen, iyi kalpli, temiz kalpli, enimizi sonumuzu düşünen, kendimize çeki düzen veren birer birey olmanın zamanı geçmedi mi? Her zaman dönüş kapımız var. Açık bir kapı var tövbe ve yakarış zamanı değil mi?Haydi kendimize dönelim, insanlığımızı bulmaya gidelim. Daha geç olmadan.. Ben kendi adıma yola revan oluyorum dostlar…Dostça kalın sevgiyle kalın… İçimizi ısıtan sıcacık dostlarla dolsun yaşantınız...