Geceydi, karanlık, sessiz, sakin ve hafiften bir meltem esiyordu…
Yakınlarda, biraz ötelerden bir nağme yükseliyordu…Annesinin bir tanesini hor görmesinler.. Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler, babamın bir atı olsa da gelse…
Minicik bedenini incecik bacakları zar zor taşıyordu. İncecik bilekleri ile çantasına asılmış, diğer elinde titrek, ürkek bir şekilde şemsiyeyi tutmuş, elleri kızarmıştı. Hafiften yağmur serpeliyordu çisil cisil … Önce ürkek bir ceylan misali baktı ötelere, hep ötelere… Yoluna devam ediyordu. Fakat kayıtsız kalamadı “annesinin bir tanesini’’ mırıldandı hafiften… Toprağı incitmekten korkarcasına basıyordu yere. Uzun eteklerini bir balerin edasıyla toplayıverdi. Tam o anda şiddetli bir tokat indi, incecik kar beyazı pamuk prenses yüzüne. Pembe dudakların kenarında kan sızıyordu. Kızarmıştı incecik teni, bal rengi gözlerinden inciler döküldü, kan damlalarına karıştı hafiften, yürüyüp gitmek istedi yoluna… Yüreğim kanıyor dedi duyan olmadı…
Dev bir beden dikilmişti, öylesine heybetli, öylesine iri, daha da iri gözüktü buğulanmış, sislenmiş gözlerine. Şimşekler çaktı, yıldızlar kaydı binlerce…
Yapma ağabey ne olur dedi. Son bir umutla… İkinci darbe geldi; incecik belinde bitti kocaman eller. Yürüyemiyordu artık. Toprak kaymıştı gözlerinin önünde. Başı dönüyor, dili dönmüyordu…
Çok sevdiği, canı, can ağabey nasıl olmuştu, neden neden dedi fısıltıyla…
Önce düşünecektin nedenini. Sen kaçtın, babanın, bizim sözümüzü çiğnedin. Kız kısmının okulda ne işi varmış? Oysa mimar olmak istiyordu o. Son bir hamle ile ağabeyinin kollarını tutmayı denedi. ‘Merhamet et canım ağabeyim ben mimar olacağım’ dedi…
Hayır, sen benimle geleceksin, senin için seçtiğimiz adamla evleneceksin…
İşte o kadar. Gök gürledi, şimşekler çaktı, yıldızlar uçuştu, hoşlandığı delikanlıyı düşündü bir an…
Hayır, asla dedi son bir gayretle. Yaşlı, buruş buruş, eli titrek adam geldi gözlerinin önüne ve dişleri dedi dişleri de takma… Sen ne saçmalıyorsun ve silah sesi bozdu gecenin sükûnetini.
Hiçbir şey düşünemiyordu, yoksa dedi öldüm mü? Oysa ben çok gençtim hayallerim vardı…
Neden sonra hastanede açtı gözlerini. Hayal meyal hatırladı olanları…
Hareket etmek istedi nafile…
Hayır, bundan sonra yürümen zor olacak. Uzun bir tedavi dönemi seni bekliyor. Kızım kimin kimsen yok mu? Yok dedi usulca gözlerini kaçırırken…
Ben dedi duyulur duyulmaz kısık bir sesle; ben mimar olacaktım, yarışmalara katılacaktım, büyük eserlerim olacaktı. Mimar Sinan olamam elbet fakat… Bir şeyler dedi. Bayıldı.
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçanda kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı???
Kafamda sahipsiz binlerce soru...
Ne ara bu kadar duyarsız, kaba hırçın anlayışsız olduk… Ne ara şiddet sarmalı içerisine girdik… Ne ara hayallerimiz çalındı, ezildik, hırpalandık, rencide edildik, incitildik… Onurumuz kırıldı, harap edildik, ruhsal, bedensel çöküntüye uğratıldık… Çoğu zaman en çok sevdiklerimiz tarafından kırılıp döküldük… Oysa neydi erkek olmak? Neydi? Babaydı, ataydı, güçtü, kuvvetti, dayandığın güvendiğin dağdı… Zarafetti, evini yuvasını gül bahçesine çevirmekti… Kol kanat germekti sevdiklerine, düşkünün tası çorbası, yoksulun aşı ekmeğiydi…
Ne ara canavarlaştınız siz böyle? Kim verdi size bu hakkı? Nerden aldınız? Can yoldaşınızı, doktorunuzu, kardeşinizi, yan bakanı, sözünden çıkanı döver, hırpalar, sürükler, olmazsa öldürür oldunuz? Ne ara pis nefeslerinizi üzerimizde hisseder olduk? İflah olmaz egolarınızı tatmin etmek için kim verdi bu hakkı size nerden aldınız?
“Kim bir insanı öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır." İslam dininde insan hayatının yaşam hakkının ne denli önem verildiği hadisi şeriflerde açıkça belirtilmişken, siz bu denli yaşam hakkımızı elimizden almaya kalkıyorsunuz?
Sahi nerden aldınız bu hakkı, size kim verdi???
Saygı ve Sevgilerimle,