Kırılan umutlarımız, boğazımızda kalan mutluluklarımız, yarım kalan sevgilerimiz… Ağlayan anneler, şehit olan gencecik bedenler, kıyıya vuran minicik kalpler, ruhları ellerinden alınan bedenlerine zorla sahip olunan pırıl pırıl hayatın baharında olan yavrular…
Bunca duyarsızlık, bunca aymazlık, kahır, acı, elem, keder… Kendinden olmayana yaşam hakkı tanımama… Üç günlük dünya uğruna, bir gün altına gireceğin toprak uğruna, çıkarlar uğruna yapılan haksızlıklar, zulümler, zalimlikler, katliamlar, cinayetler, baştan aşağı dökülen bombalar, yarım kalan bir dilim yavan ekmek, duman tüten kenarında dudak izi kurumamış çay…
Bu ay ‘’Sevgililer Günü’’nü yazacaktım, ne kalemimde mecal, ne parmaklarımda derman var…
Sevgi, aşk, hoşgörü, adalet, hakkaniyet yeryüzünü cennete çeviremez miydi? Nerede hata yaptı insanoğlu? Ne zaman soracağız bu soruyu kendimize, ne zaman döneceğiz benliğimize, ne zaman farkına varacağız insan olduğumuzun… Daha kaç gün kaç yıl geçecek böyle, sevgisiz, katı, kurak, çorak gönüllerle duygusuz geçireceğiz ömrümüzü, ne zaman utanacağız, ne zaman yüzümüz kızaracak, ne zaman anlayacağız insan olmanın ne demek olduğunu, ne zaman?
‘’Kalbin bir gün seni sevgiliye götürecek. Ruhun bir gün seni sevgiliye taşıyacak. Sakın acında kaybolma. Bil ki çektiğin acı bir gün dermanın olacak. Gerçek aşk’ı bilen kalp bir damla suya bile hürmetle bakar’’. Der gönüller Sultanı…
Ey Sevgili, En Sevgili,
Keşke anlayabilseydik seni,
Keşke anlatabilseydik
Çağlar aşan kutlu beyanlarını
Duyurabilseydik
Kör sağır kalplere
Kapalı gönüllere
Dokunabilseydik…
Birer Meryem
Birer Asiye
Birer Ebu Bekir
Olabilseydik…
Yanlış ateşlerde yanmasaydık,
Yanlış şafaklarda uyanmasaydık,
Kirli boyalarda boyanmasaydık…
Nisan yağmurları gibi
Kuru çorak gönüllere esinti olsaydık…
Keşke anlayabilseydik seni
Anlatabilseydik…
Ve yaşayabilseydik…
Öyküdeki gibi;
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:
-Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?
-Bakın göstereyim, demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da 'derviş kaşıkları' denilen bir metre boyunda kaşıklar… Ermiş sofradakilere, "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz." diye bir de şart koymuş. Peki!" deyip önlerindeki çorbayı içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine, "Şimdi…" demiş ermiş:
-Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya…"Buyurun." denilince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. "İşte!" demiş ermiş ve eklemiş:
-Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.
Hayatı bencilce yaşayanlar değil sevgiyle paylaşan yüce gönüller kazanılacaktır daima…
Yaşamı sevgiyle paylaşan yüce gönüllülerin ve tüm sevenlerin sevgililer günü kutlu olsun…
Saygı ve Sevgilerimle,