İbadetler insan için arınma, durulma, iç huzuru, güven, istikrar demek… Yüksek manevi mertebeler için ruhumuzun kanatlanması taçlanması demek, barış demek huzur demek. İbadetler içerisinde öyle biri var ki; yılda bir kez, prenses edasıyla eteklerini sürüyerek nazlı nazlı gelir misafir olur bize, ondan sonra, ‘’nerde eski ramazanlar’’ diye başlar tek dişli nur yüzlü haminneler, hafif pelte tatlı tebessümlü dedeler. Siz bakmayın bu söylemlere Ramazan mübarekliğinden, kutsiyetinden, kıymetinden sevabından hiçbir dönemde hiçbir şey kaybetmez, her zaman manevi bir haz verir, duygu dolar hassaslaşır insanlar… Ramazan; manevi kirlerden paslardan arınma kurtulma silkelenme vakti, benden biz olabilme vaktidir. Tembellikten, ataletten, bencillikten, maddiyattan kurtulup, manevi iklimin huzur sayfasına gönlünü, irşat iklimine yüzünü çevirme vaktidir. O halde vakit tamam; ibadetlere, yardıma, desteğe, paylaşmaya koşalım. Bunca kahır, bunca kir pas zulüm zalim, perişanlık, yokluk kıtlık savaş, sürgün, mülteci, insanın insan onuruna yaradılış gayesine uymayan davranışlarına bir dur diyelim… Hiç olmazsa ara verelim… Vesile olalım…
Karıncaya sormuşlar nereye gidiyorsun diye? Uzak çok uzaktaki sevgilime, dostuma demiş… Zor bu bacaklarla demişler. Olsun hiç olmazsa yolunda ölürüm… Demiş… Karınca kararınca bir damladan bakarsınız göl doğar, yardımlaşma, sevgi merhamet çığ gibi büyür. Eksilmez yedirince içirince paylaşınca çoğalır, artar. Sahur, iftar, imsak, teravih ne güzeldir. Ayların Şahı Ramazan ve içerisinde bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi bize sunulan armağanlardan sadece birkaçı… Mis gibi Ramazan pideleri, ne bereketlidir. Ne yücelticidir; zekât; artma çoğalma, temizlik, bereketli olma demektir.
Sistem muhteşem, İslamiyet harikulade, fakat Müslüman perişan… Acınacak halde ne yazık bu harikulade sistemin bir parçası olamıyoruz. işletemiyoruz, çalıştıramıyoruz. “Aklımızı süratle başımıza toplayıp, yaradılış gayemizi unutmadan, güzel duyguları hatırlamalıyız. Bu muhteşem ayı, nadide ayı layıkıyla ihya edelim bir öykü ile başıboş olmadığımızı, hesap günü olduğunu hatırlayalım ve pekiştirelim bu ay…
Güzel bir İstanbul sabahı, meltem esintili günlük güneşlik tam bir Marmara havası insanın içini ferahlatan, huzur veren bir hava, işte tam o anda Topkapı Sarayı avlusunda Has odanın kapısı açılır. Uzun boylu genç adam arka bahçeye doğru ilerler, kaftanı üstünde. Bu kişi Avrupa’yı titreten, Akdeniz’i hâkimiyeti altına alan Osmanlı Devleti’nin anlı şanlı kudretli hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’dı. Soluklanmak için bir yudum nefes için arka bahçeye çıkar, ağaçları, kuşları, denizi temaşa ederdi… O gün her şey bir başka güzeldi… Fakat ağaçların bir tanesinin yaprakları keyifsizdi, kendini salmış buruşmuştu. Hemen yanına yaklaştı ve elleriyle incelemeye başladı. Anlamıştı kudretli hükümdar bunun sebebini karıncalar sarmıştı o güzelim ağacın dallarını, köklerine kadar. Birden ilaçlatsam diye düşündü; kudretli hükümdar merhamet timsaliydi aynı zamanda, sebep sonuç ilişkisini gayet iyi bilir hak ve hukuk tanırdı. Biraz düşününce bunun iyi bir fikir olmadığı kanaatine vardı. İlaçlatırsa karıncalar ölürdü onlar da canlıydı. Böyle bir hakkı var mıydı? Hocası Ebussuud Efendiyi aramaya koyuldu, odasında yoktu hocası, orada bulduğu kağıda hemen bir şeyler yazdı bıraktı. Birkaç saat sonra yine uğradı hocasının odasına rahle üzerinde kendi yazısının altında başka bir yazı vardı.
“Meyve ağaçlarını sarınca karınca,
Günahı var mı karıncayı kırınca”…
Hocasının cevabı oldukça düşündürücüydü…
‘’Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan alır hakkın karınca…’’
Nice mutlu, umutlu Ramazanlara…