Her insan umutla yaşar; göz açıp kapatacak kadar vaktimiz var mı? Bilmiyoruz. Akşamı, sabahı, günü güneşi, baharı, yazı kışı, utangaç gelincikleri, asil papatyaları, albenili laleleri, dereleri, gölleri, denizleri, boğazları görebilecek miyiz? Ben bilmiyorum. Siz biliyor musunuz? İnce belli bardakta dumanı tüten tavşankanı çayı, enfes kahvemizi yudumlayabilecek miyiz? Sevdiklerimizi tekrar görebilecek miyiz? Bilmiyoruz…
Her sabah doğan her yeni güne umutlarla sarılıyoruz. Fakat bazen de yaşamın anlamını unutuyor, bu denli kıymetli olan bize bahşedilen en değerli hazineyi, hayatımızı basit günlük çekişmeler için harcıyoruz…
Oysa insanlar sevgi ile dostça, adil davranarak ve empati yaparak davranabilseler hiç sorun olmayacak. Bunun için iyi bir eğitim almak, iç sese kulak vermek, vicdanı devrede tutmak, hak ve hakkaniyetten ayrılmamak, sınavda olduğumuzu unutmamak, söylediğimiz her sözün,her davranışın bize geri döneceğini ve hiç aralıksız kameralara alındığını, canlı yayında gözetlendiğimizi düşünerek, kendimizi daima nefis denen canavarın ve lanetlenmiş şeytanın kışkırtmasından kurtarmamız gerektiğini düşünüyorum.
Sevgiyle, Dostlukla, Huzurla, Hoşgörüyle, Kardeşçe yaşamak dileklerimle…
Ermişe sormuşlar;
“Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi gerçekten yaşayanlar arasında ne fark vardır?”
“Bakın, göstereyim” demiş Ermiş.
Bir sofra hazırlamış. Sevgiyi dilinden düşürmeyen, ama dilden gönle de indirmeyen kişileri çağırmış bu sofraya. Hepsi yerlerine oturmuşlar.
Derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da ‘derviş kaşığı’ denilen bir metre boyunda kaşıklar…
Ermiş:
“Bu kaşıkların sapının ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye bir şart da koşmuş. “Öyle kaşığın çukur kısmına yakın yerden tutmak yok.”
“Peki” demişler ve çorbayı içmeye girişmişler.
Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden, sofradaki hiç kimse bir türlü döküp saçmadan götüremiyormuş çorbayı ağzına. En sonunda, bakmışlar bu iş olmuyor, vazgeçmişler çorbadan. Öylece, aç aç kalkmışlar sofradan.
Onlar sofradan kalktıktan sonra,
Ermiş:
“Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım yemeğe” demiş.
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya. Ermiş:
“Buyurun bakalım” deyince de her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki ihvanına uzatıp içmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve kendisi de doymuş olarak şükür içinde kalkmış sofradan.
“İşte” demiş Ermiş. “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim ki, kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. Şunu da unutmayın ki, hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman.”
Biz sevdik mi yer oluruz,
Biz sevdik mi sel oluruz,
Biz sevdik mi lâl oluruz,
Biz sevdik mi cân oluruz
Mevlana
Yer olan, sel olan, lâl olan, cân olan Sevgililere…
Sevgililer Gününüz Kutlu Olsun…